Kafesten Bir Kuş Uçtu (Guguk Kuşu) -2-



Daha önce Guguk Kuşu adlı tiyatro ile ilgili yazı paylaşmıştım. Şimdi ise o çalışmamın devamını paylaşıyorum. Çalışmanın asıl konusu; tiyatroyu kendi gözlemimden yararlanarak, Platon ve Aristoteles'in sanat anlayışlarına göre tiyatroyu yorumlamaktır.
------
Oyunda emirlerle uygulanan bir hayat gösterilir. Korkunun yönetim şeklinde en iyi koz olduğunu, yöneticinin ise her kelimesinde yalan dolu cümleler olduğu, normal olmaya çalışmak deli olmaya çalışmaktan daha zor olduğunu anlatılır. İnsanları uysallaştırmak için kullanılan işkence yöntemleri ve onları sanki bir hayvanmış gibi yönetmeleri, insanların korku ile birleşerek yönetime dâhil olmalarını sağlar. Diğer insanları uyandırmaması için devrim yapma potansiyelindeki insanı keşfedip, onu işlevi olmayan birey haline dönüştürmeleri ise yöneticinin yönetim şeklinin ne kadar acımasız olduğunu gösterir. Buna da toplumda düzen gereklidir temellinde uygulanan bir sistemdir.
Sanatın böyle bir arka planı bize akıl hastanesi aracılığı ile göstermesi soyut bir durum değildir. Çünkü hayatımıza işleyen bu sistemin parçası olarak, sanat olmadan neyin gerçek neyin sahte olduğunu göremeyiz. Bence bu tiyatronun amacı, yaşadığımız hayatı sorgulamamız gerektiği üzerinedir. Kime, neye göre yaşıyoruz? Bunu kitaplardan okuyarak cevaplayamam, soyut kavramları düşünerek de cevaplayamam, tek yapmam gereken sanattan parçalar bulup o parçaları hayatıma yerleştirmemdir. Bu şekilde sanattan beslenen ruhum ve aklım, daha güçlü olacak ve hayatı değerlendirmede ise diğer insanlardan daha iyi anlar duruma gelirim.
Bir durum karşısında ortada çatışma varsa sorun vardır. Sorun var ise de düşündüğümüz soru sorduğumuz anlamına gelir. Tiyatroda belli olan bir “adalet” sorunu vardır. Yöneticinin adaletsiz oluşu ve yönetilenin adalet için hak arayışına girmesi bunun göstergesidir. Adalet kavramı hak ve hukuk içerir. Ayrıca toplum içindeki insanların davranışını gösteren bir kavram olduğu için de ahlak ve din kuralları ile de ilişkilidir. Bu yüzden insanların hak ettikleri şeyler olduğu kadar, hak etmediği şeyler de vardır.
 Platon’un da “adalet” sorunu vardır ve doğru bilgiye ulaşmak için çalışır. Ona göre adalet “ herkesin kendi işini iyi yapması”dır ve herkes kendi işini iyi yaptığında, herkes her kurumdan eşit ve yararlı bir şekilde faydalanabilir. Yani; bir bakıma herkes işinin sınırlarını bilmesi ve işinin ne olduğunu bilmesi adaleti sağlayan noktadır. Mesela; bir kişinin asıl mesleği futbolcu olmaksa ve bir yandan da politika da söz sahibi ise, o kişi futbolcu mesleğini düzgün yapmamış olur. Bu durumda o kişi mesleğinin hakkını vermeden iyi bir şekilde yapmış olmaz.
Platon, hak ve hukuk temelini erdemler üzerine atarak “Devlet”i yazar ve bize uygulanabilir bir sistem olarak gösterir. Hakikati eğitim yolu ile bilebileceğimizi söyler. Onun devletinde sanat kullanmak için öncelikle “sanat nedir?” kavramını açmamız gerekmektedir. Bu soruyu Platon’a sorduğumuzda “Mimesis”tir der. Yani; öykülenmedir, taklittir. Bunun içinde nesnelere bakmamız gerektiğini söyler. Nesnelerde duyulur şeyler(imgelem vs) ve düşünülür şeyler (hipotezler, idealar) vardır. Platon’a göre bilgi ancak düşünülür şeylerle, idealarla ilişkilidir. İde dediği şey ise kavramlardır. Mesela; insan kavramı bir idedir. Doğada karşılığı yoktur, taşı göstererek “bu insandır” diyemeyiz, ancak kişiyi göstererek insandır diyebiliriz. Bu kişiye bakarak insan kavramı hakkında konuşabileceğimiz anlamına gelmez. Kavramı, “insan kavramı”na bakarak konuşabiliriz. Ya da bir şeye güzel diyoruz, “güzellik kavramı nedir?” dediğimizde kafamızda bize göre güzel gelen ve buna bağlı şekillenen şeyler vardır.

Platon bu ayrımı yaparak, bilgi ve sanat ayrımı yapar ve tasarım(imge) denilen şeyin de sanatın nesnesi olduğunu söyler. İmgeler doğada bulunan her türlü canlının vb şeylerin kopyası olabilir. Bu kopyalar da duyusal şeylerdir ve duyusal şeyler de Platon’a göre taklit olduğundan dolayı, bunlar fikir değillerdir. Onun için bilgi epistemedir.
  Aklımızda bir problem vardır ve geçici bir önerme (hipotez) ortaya koyarız ve belli bir süre sonra doğru olabilecek önerme olabilir. Hipotez var olan durumundan işlenildiğinde hayatı şekillendirir. Başka bir örnekle açıklarsam; matematikte bulunan Mobiüs şeridi, ilk başta denklemler ve formüller halindedir. Daha sonra bu günlük hayata kullanımı düşünülmüş ve daha çok makine çarklarında kullanılmaya başlanılmıştır. Öncesinde iki dişlinin üzerinden geçen lastik, tek taraflı aşınırken, Mobiüs şeridi ile sonsuz biçimli olarak hem iç tarafı hem de dış tarafı aşındırarak lastiğin uzun süre kullanımını sağlamıştır. Bu tür hipotezler hayatımızı zenginleştirir. Bu da Platon’a göre düşünülür şeyler olarak var olan şeylerdir.
Düşünülür şeyler ile duyusal şeyler, düşünüyor olmamızın sonucudur. Bu yüzden eksik olabilirler. Çünkü düşünmemizin sınırı yoktur. Öyleyse Platon’a göre sanat eseri üçündür derece kopyadır. Yani; canlılar olarak kişiyi, hipotez/ide olarak insan kavramını gösterdiğimizde imgelemde sanat ve sanatçıya kalır. Ona göre bu durum ise asıl gerçeklik olmaz. Yani; sanatçı ide bilgisine sahip değildir. Mesela; Çanakkale savaşını dışardan yorumlayıp yazmak, savaşta bulunmadan savaşı anlatmaktır. Bu da Platon’a göre taklitten ibarettir ve bu yüzden sanatın bize fazla bir şey vermeyeceğini söyler.
Platon’ nun Devlet’in de ilk önce felsefe okutulmalı ve felsefeyle işleyen bir sistemle devletin oluşumu sağlanmalıdır. Onun devletinde sanatın yeri ise ufak destekler veren bir bütün olarak görür.
Başta anlattığım Platon’un adalet anlayışı ile tiyatrodaki adalet isteği birbirini tamamlar niteliktedir. Tiyatroda adalet arayışı içinde olan McMurpy, yöneticinin de kendi işini düzgün yapmasını ve yönetilenlere çok karışmamasını ister. Ayrıca McMurpy hemşirenin hastaları yönlendirmesi, hemşirenin kendi isteğine göre olmaması gerektiği söyler. Hemşirenin yaptığı bir bakıma toplumdaki rolünden kaynaklanan “hasta” sıfatında gelen insanların orada kalmasını sağlar. Bunu da insanların zayıf yönlerini kullanarak yapar. Çünkü eğer o insanlar olmazsa, bir bakıma yöneticinin de işi olmaz. Oyunda adalet ve düzen başhemşireye göre düzenlenir. Hayatımıza işleyen bu sistemin parçası olarak, sanat olmadan neyin gerçek neyin sahte olduğunu göremeyiz demiştim. Sanat bizde bir duygu uyandırırsa ve oyunu izledikten sonra bambaşka bir şekilde düşünmemizi de sağlarsa bu hakikattir. Platon sanatın bu yönünü fark eder fakat tanrısal bir durumdur diyerek kapatır. 
Aristoteles ise toplumsal ve etik işlevini düşündüğü için, tragedya üzerinden sanat yapar. Ona göre insan taklit yapma içgüdüsüne sahiptir ve aynı zamanda taklit yapmaktan zevk alır. Aristoteles, Platon gibi sanatın “Mimesis” olduğunu, yani taklit olduğunu düşünür. Fakat Aristoteles, taklit olarak sanatı üçe ayırır.
İlk olarak nesneler bakımındandır. Platon’a göre imgeler nesne edilir, Aristoteles’te insanlar eylemleri bakımından taklit ederler. Ona göre sanatın nesnesi insan ve insan eylemleridir ve ya iyi insanların ya da kötü insanların eylemlerinin taklididir. Mesela; bir bebek kendi gelişim sürecinde nesnelere bakarak ve iyi ya da kötü insan davranışlarını izleyerek, onların eylemlerini anlaması ve kendisine edinmesi, insan eylemlerini taklit etmesidir.
 İkinci olarak araç bakımından taklittir. Burada ritim ya da söz kullanılır. Günümüzde de sanatın imgelerle konuştuğunu söyleriz. Hem müzik, hem ritim hem de oyunu içeren tiyatrolar gibi.
Üçüncüsü ise belirli bir tarzda taklit etmemizdir. Bunlarda hikâye, eylem ve etkinlik olarak ortaya çıkar. Mesela; bir oyunda hikâyeyi ya bir kişi ya da var olan hikâyeyi aralarda tek bir kişi anlatır. Geri kalan sahneleri görsel biçimde sunmak, bedenen eylem ve etkinlikleştirilmesidir. Bunlarda (hikâye ve eylem, etkinlik) kavramlara örnektir.
Aristoteles Tragedyanın, iyi insanlarla ilgilenen sanat olduğunu, komedinin ise kötü insanlarla ilgilenen sanat olduğunu söyler. Ayrıca ona göre Tragedya, iyi insanların eylemlerini taklit eden ve soylu olanı inceleyen türdür. Soylu olan ise; ahlak açısından erdemli olan demektir.
Aristoteles “ Trajedi tarihten daha önemlidir” der. Çünkü “tarih olanı inceler, sanat olması gerekeni, muhtemel olanı inceler”. Sanat bize, kendi hayatımızda olmayan şeyi, başkasının hayatında nasıl olduğunu ve sonunda onun hayatını nasıl etkilediğini gösterir. Tiyatroda bunu görürüz. Orada ki insanların neden akıl hastanesinde olduğunu görmek önemlidir. O mekân, toplumdan dışlanmış olan insanların toplandığı yerdir. “O insanları neden toplumdan dışlıyoruz?” sorusunu akla getirerek normal olmaya çalışmanın deli olmaya çalışmaktan daha zor olduğunu görürüz. Sanatsa bize bunu göstererek, yaşamadığımız şeyleri anlamamızı sağlar. Yani; bu tür şeyleri deneyimlenmiş oluruz. Tarih böyle değildir ve sanatta anlatılan şeyler ile hayatımızın bakış açısını zenginleştirir.
Komedinin kötü insanları ve eylemlerini taklit ettiğini söyledik. Aristoteles’e göre komedi dağınıktır, başı ve sonu olmayandır. Ona göre hayat “komik değil, trajiktir.” Onun felsefesinden bu çıkmaktadır.
Aristoteles soyluluğa önem vermesinin sebebi, adalet duygusu olan ve hak arayışına giren insanın da erdemli olduğunu düşünmesindendir. O halde; Aristoteles’e göre McMurpy erdemli bir insandır. Çünkü McMurpy, adalet ve hak arayışı peşinden koşmak isteyen fakat bir türlü eyleme geçemeyen insanların titreyerek kendilerine gelmesini, yöneticiden korkmayarak yaşamayı yaşamak olarak nitelendirdiği ve bunun için çabaladığı üzere erdemlidir. Aslında Trajedi McMurpy’nin hayatının içindedir. McMurpy, kumar, sigara, hayat kadınları ile birlikte olma gibi ahlaken kötü davranışlar sergilese de yönetici karşısında eylemlerinin özgür olabilmesi için uğraşır. Bu durumda McMurpy’i eylemleri üzerinden değerlendiremeyiz. Düşüncelerde erdemli olmak ve iyi olmayı yakalamak hayatın temelini içerir. Yani; erdemleri savunan insanlar olduğu sürece trajedi hayatın içindedir.
Aristoteles’e göre gerçek sanat dediğimiz şey trajedidir. Bunun işlevi de “Katharsis” dir. İnsanın kötü duygulardan arınmasıdır. Kıskançlık, kin gibi duyguların ortası yoktur. Bu tür duygular korku ve acıma duygusu yaratılarak arındırılır. Bu yüzden “Katharsis”; ruhun korku ve acıma ile ruhun kötü duygulardan arınmasıdır.
“Katharsis” insanı arındırırken, bir yandan da yeniden değer yaratmasını sağlar. Mesela; tiyatroyu izledikten sonra değerlendirmek, kişiliğime bir katkı sağlar. Bu yüzden hayatın tüm olan bitenine karşı güçlendirir, cesaretmi arttır. Reis’inde içinde olduğu durumda bunun gibidir. McMurpy’nin trajedi olan hayatının içinde bulunmuş ve sonunda yok olduğunu görünce Reis’in kişiliğine damga basılır. Sonunda oluşan durum onu güçlü kılar. Cesaretini toplayıp kasayı kaldırır. Bunun alt nedeni “Katharsis” in temelinde bahsettiğimiz gibi, ruhun acıma ve korkuyla, ruhun kötü duygulardan arınması, cesaret kazanmasıdır. Özetle; “Katharsis insanın parçalanmış bütünlüğünün yeniden kurulmasıdır, arınma etik bir arınmadır; ‘rasyonel bir akla’ davettir; ahlaksal iyiyi doğruyu akılla bulmadır; kaderin rastlantısallığına ve hayatın bilinmeyenlerine karşı cesaretle savaşmadır; özgürleşmedir; yeniden değer ve kişilik yaratmadır; zihinseldir.”[1] Bunun sonucunda “Ataraxia” olur. Dinginlik demektir. Ruh kötü durumdan arınınca dinginliğe sahip olur.
Platon’da en iyi arınma akıllı ruh durumudur. O,duygularla değil, akılla eylemlerimize yön vermemiz gerektiğini söyler. Bu yüzden de tragedya eleştirisi yapar. Tragedya duygularımızı harekete geçirerek bizi zayıf kıldığını Devlet’inde anlatır. “ tartışma yöntemiyle gerçekleşen doğru bilginin aracı, tartışmanın kendisi (dolayısıyla da dil) arınmanın amacıdır. Platon’da doğru bilgiye giden bir yol olarak Katharsis zihinseldir, bilgi içindir. Platon’un anlatmak istediği sanatın bilgisi değil, ideaların bilgisidir. Aristoteles ise Katharsis’i tragedyanın özüne yerleştirir. Mimesis ve Katharsis kavramlarını birlikte alır. İki kavramın amacı da yeniden yaratmadır, “Poesis”tir. [2]” 
Sonuç olarak; sanat yaşadığımız hayatı sorgulamamız gerektiğini düşünmemizi ve zaman içerisinde kendimizde yaşamadığımız, göremediğimiz olayları ve yaşantıları, sanat kendi aracılığıyla, yöntemleri ile bunları görmemizi sağlar. Bizi cesaretlendiren, titreyip kendimize gelmemizi sağlayan sanattır. Bu şekilde dinginliğe sahip oluruz ve erdemli bir şekilde kendimizi geliştirebiliriz.


[1] Hülya Can, “Aristoteles’te Katharsis Kavramı” s. 6
[2] Hülya Can, “Aristoteles’te Katharsis Kavramı” s.3,4


Doc. Dr. Yavuz Adugit'in verdiği estetik dersi ile ödev olarak bu yazı hazırlanmıştır. Kendisine verdiği ders ve bilgiler için teşekkürlerimi sunarım. 

1 Yorum:

gu-guk!

 

Yorum Gönder