Koş Hayat Koş

koş resimleri

Hayat bir yarış ve bazen insan bu yarışın içinde yorulduğunu hissediyor. Çok çalışmak, "öteki"nden farklı olmak adına kendi ihtiyaçlarını, bedenini, arzularını feda ediyor. Ego yarışı içinde olan insanın ritüel hale gelen ortalama 80 yıllık yaşamında tutkuların yeri büyük.
Okul yaşının erkene çekildiği, yarışın 5 yaşından başladığı dönemde yaşıyoruz. Bir şeyleri öğrenmeye çalışırken, çaktırmadan yanımızdaki ne yapmış diye bakıyoruz. Yanımızdaki çocuğun becerisini beğendiysek, becerisini bozuyoruz. Okul öncesi kardeşler arasında da olur bu tür şeyler. "Çocuk işte yapar" demeyi bende bilirim ama anlatmak istediğim bilincimiz gelişmeye başlarken insan farkında olmadan bu tür şeyleri yapmaya başlar. Bunu neden yaparız bilimsel açıklama yapamayacağım ama psikoloji yüksek lisans yaparsam nedenini araştıracağım.
Neyse, ortaokul, lise derken üniversiteye girerken saçma sınav sistemine takılan "öğrenci"ler tanımadıkları ama varlıklarını hissettikleri insanlardan ayrılmak için yarışırlar. Kazanan "öğrenci"ler birer birey olma yolunda üniversiteye adım atarlar. Kendilerini geliştirmek için burada daha fazla yarışırlar. Not paylaşmaz, derslerini yüksek tutar ve o sertifika bu sertifika diye koştururlar. Bunları yapmayan kişiler de var, çok var ama bunlarla  ilgilenmek geçici. Her neyse... Üniversiteyi bitirdik. En güzel çağlarımız.... ama çalışarak bitti. Mezun olduk, Mezun olan arkadaşlarımızın arasından sıyrılarak anında güzel bir iş bulduk. Ortalama 22 yaşında mezun olan bir kişinin ortalama 40 sene çalışma hayatı olacak demektir. 40 sene... hafta içi iş iş diye deli gibi koştuğun, kariyer hedefi için coştuğun,  hayata merhaba demek zor iş. Rekabet yaşamındaki pislikleri saymıyorum bile...  felsefeyle uğraşmak pis iş, sabır gerektiren bir iş derim ama insanla uğraşmak bu işten daha zor.
Kısacası, çalışmak, rekabet, kendimi geliştireceğim diye beynimi yemek, acımasız, kurnaz vs olmak her kişinin doğasında var ve bu durum nereye kadar devam edecek? Kapitalizmin çöküşü mü gerekli? İnsanlar sığındıkları iş yaşamı hayatının ego sürecindeki benliğin altında insanlıktan çıkıp etik değerlerini gözardı etmek, insanlığı nereye doğru götürecek? zaten teknolojinin getirdiği bir yanlızlık var ortada. Evde dahi telefonla konuşan aileler biliyorum. birbirleriyle iletişime geçmek için karşısındakini çağırmak yerine telefon açıp çay koyar mısın dediklerini... neyse dikkatim dağıldı. Devam edemeyeceğim.

Aşk


susuz kalmışım sanki müzik dinlemeye...
 kanaya kanaya kulaklarım dinlemek istiyorum.
 uzun zaman olmuş ruhumu beslemeyeli.
 eski dinlediklerimi dinledikçe eğlenmeye başlıyorum, 
garip bir his bu nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum. yaşıyormuşum hala...
 içim kıpır kıpır. uyumak istemiyorum. kelimeleri yutmak sözleri içimde hissetmek... 
doyuyorum... ritme, anlamlı sözlere... insanlar hissediyorlar ve müzikleri oluşturuyorlar.
bu bence insanlıkta en büyük başarı. 
anlamlı armoni sesleri ortaya çıkartmak
 gerçekten müzik ruhun gıdasıymış. 
yaşayarak öğreniyor insan. 

Sen, ben kimiz ki?


 
            Bazen öyle anlar gelir ki dibe battığımızı hissederiz. Kurtarıcımız yoktur hayatta. Tek çare sizsinizdir. Umudunuz iyice yıpranmış sessizce beklemekten başka düşünceniz yoktur. Ne yi bekliyoruz ki? Ayrıca hayat her zaman bu kadar zor olmak zorunda mı? Evet, zorunda yoksa ona hayat diyemezdik. İnsan tam yeşermeye başlayacağı sırada, karanlıktan çıkmaya çalıştığı sırada yine bir hayat vurgunu ve yine bir dibe batış… Sorun toplumsal olmakta mı? Sorun sadece dibe batan kişi mi? Yoksa topluma bağlı yaşamak insanların içindeki yalnızlık olmak mı? Çok soru, çok sorun ama cevap ve çözüm yok. Sonsuzluk belirtisi içindeki hal, fakat insanın ömrü buna yetmez. Hep dipte yaşanmaz. “biliyorum, farkındayım” cümlelerle de sorun çözülmez. Ya mahkûmuz yalnızlığa ya da toplumun kölesiyiz. Kendi arzularımızın tatminliği değil, başkasının arzularını tatmin etmenin köleliği için mi buradayız? Amacımız ne? Para kazanmak mı? İyi bir eş olmak, iyi bir anne-baba olmak, ferrariye sahip olmak mı? Ya da ferrarisini satan bilge olmak mı? İnsan umudunuz yitirmişse hiçbir şekilde yeşeremez. Aşk, para, bilgi hiçbir şey yaşama isteğinin önüne geçemez. Öncelikle insan yaşamak istemeli ki ardı gelsin.

Kant üzerine - İyi ve kötü maksimler


            



             Kant için insan doğduğunda ne iyi ne kötüdür. Nötr bir haldedir. Ona göre insan iyi maksimler aldığında iyi olur, kötü maksimler aldığında ise kötü olur. Yani; insan büyüdükçe çevresine göre şekillenir. Eylemleri de ona belirlenir. Kant için iyi ve kötü maksimleri almak insanın elindedir.
            Gerçekten de insanın düşünceleri çevre koşullarına bağlıdır. Ahlak yasasına uygun davranıp davranmamak da insanların düşünceleri ile devam eder. Ödev gerektiren buyruklara uyulduğunda insan iyi maksimleri de kendisinde barındırmış olur. Örneğin; yalan söylemek kötü bir şeyse ve kişi doğru olan bir şeyi yapıyorsa iyi maksimi öğrenmiş ve davranışı da iyi olur. Kötü eylem de bunun tersidir. Yalan söylemenin kötü bir şey olduğunu bilen bir insan bile bile ödevin gerekliliğini getirmiyorsa kötü maksimi içinde barındırıyor demektir. Ahlak yasası toplum düzeni ile ilgilidir. insanların da iyi kötü maksimler sonucu bu yasaya uyması zorunludur. Bu sayede insanlar başkalarını öldürmenin, hırsızlık yapmanın iyi bir şey olmadığını bilir. İyi maksimleri taşıyan insanlar, yaşanılacak bir toplumda yaşamanın koşulunun gerekliliğini bilirler.
            
*Kant okumalarımın devamı ile bu yazıya devam edeceğim.

Bir kadının isyanı


Ben kadınım,
Evet, cinsiyetim sizin törelerinize, düşüncelerinize ters düşebilir. Üzgünüm ama ben kadınım ve kadın olduğum için beni suçlamanız çok saçma. Ben ne yaptım ki? Tanrı beni bu cinsiyette yarattıysa onun kitabına göre davranıyorsanız ilk önce beni sevmekten başlamanız gerekir. Ama sevmek derken tecavüz edecek kadar hastalıklı bir şekilde sevmekten bahsetmiyorum. Bedenimi doğurgan bir obje olarak sevmenizden de… Neyim ben? İnsan değil mi? Siz nasıl insansanız öyleyim işte. Ben sizin yarattığınız tabularla da yaşamak zorunda değilim. Bugün varım, yarın yokum. Belki araba kazasında belki de göçük altında kalarak öleceğim. Yani; sonu ölüm olan hayatımı da sizin ellerinize bırakarak mı öleceğim? Hayır sanmıyorum. Aklımı işleyerek sizden uzaklaşıyorum. Tek elimdeki en değerli varlığım, aklım ve düşünme gücüm. Hayallerim var, yıkmanıza izin veremem. Hayata bir defa geliniyorsa bırakın onu da istediğim gibi yaşayayım. Aptallaşırsam, ağlarsam, düşersem, korkarsam bırakın kendi başıma yaşayım. Evlenirsem boşanırsam, yine evlenirsem boşanırsam arada dul derseniz de bana… Umurumda değil! Kadınlığımın üzerinden tabularınızı kaldırın! Sevmişsem sana ne? Üzülmüşsem, terk edilmişsem sana ne? “Kadın dediğin evde oturmalı” gibi sığ düşüncesi içindeki kazanın içinde kaynayan bir sürü kadın görüyorum. Hepsi de birer birer tabularla serpiştirilen tadı tuzu olması gereken yemek gibiler. Kimi kadınlar itiyor onları kazana kimi de erkekler… Toplamda insanlar! İnsanın insana yaptığı kadar rezil bir şey yok. İnsan cinsiyet sorununu yaratıyor, insan insanı dışlıyor, savaşı da yaratan insan… Bu dünyayı bok çuvalı haline getiren de insan. İsyanım dolup taşıyor. Hayal dünyasında yaşamıyoruz insanların yarattığı dünyada yaşıyoruz. Burası tiyatro sanki insanlar çok yapmacık, kendilerinde değiller gibi… Doğru düzgün düşünen insan çok az. Ben sizin yarattığınız dünyada yaşamak istemiyorum. “Başkaldırıyorum, öyleyse varım!”

Bourne legacy - Bourne'un Mirası




2012 The Bourne Legacy Movie

Bugün inat ettim sinemaya gideceğim diye. Aradığım her arkadaşımın da işi vardı. En son babamı aradım ve gece işe gidecekse bile gelmeyi kabul etti. Filmin ilk  yarısı filmi anlamakla geçirdiğimi söyleyebilirim. Bilim için yapılan, vatan hizmeti için yapılan şeylerin arka planında olan şeyleri çözmek. Tipik gizli servis amerikan işi ortaya çıkmaması için infaz işlemi. Askerler vardır tabi ve bu askerler de robot gibidir. Görevini yap, tamamla. Düğmeye bas, tamam. İkinci yarıda işler daha gerilimli, aksiyonlu, bilim kızımız da işin içine girdi ve kahraman aeron da erkek olduğu için olası aşk başladı. Filmlerin olmazsa olmazıdır aşk… kovalamaca sahneleri başarılıydı ve bir sahnesinde babamla geri sar diye bağırdık. Salonda kimse olmadığı için rahattık. Filmin ortasında ve sonunda anladım ki bu filmin devamı çekilecek.

            Son söz olarak İMDb 10 üzerinden 7 vermiş. Bence de bu puan ikinci yarı için yeterli.
Aksiyon, hafif gerilim ve ajan filmlerini sevenlere (tabiî ki Jeremy Renner sevenlere) tavsiye edilir.



Evlilik ve Kadın



Genç kızların gözde hayalidir evlilik... Küçüklükten başlarız bu hayali kurmaya. Barbie bebeklerimize gelinlikler dikeriz. Ken ile evlendiririz... Evleri, arabaları, çocukları olur...Çocuklarını da giydiririz.Sonra dışarıda evcilik oynarız.Tıpkı evlilikler gibi, misafir çağırırız. Çamurdan yemekler yapar, yemekleri otlar ve taşlarla süsleriz. Daha sonra büyürüz… Kadınlar büyürken de evlilik düşünceleri devam eder. Barbie ile ken in yuvası değildir düşünce. Kendisinin bir yuvasıdır. Boşuna dememişler “dişi kuş evi yapar” diye…
Kadın hayatını birleştireceği erkeği bulur
Evlilik hazırlıkları heyecanla yapılır.
Prenses olması için kadına kabarık bir elbise giydirilir.
Damat yine aynı, takım elbise de olur.
Kadın için bir ton hazırlık, koşturmaca.
Nikah zamanı sadece tek bir kelime…
EVET…
Bu yeterli bir ömrü beraber geçirmeye…
Düğün olur, herkes dağılır.
Kadın sevdiği adamla aynı ortamda ve yaşamdadır
Sabah kalkar kahvaltı hazırlar sonra işe gider
İşten gelir, akşam yemegi hazırlar biraz oturur sonra yatar.
Bekar iken ailesine hizmet ediyordu, şimdi evli kocasına hizmete döner.
Çocuk da olur.
Kadın ev, iş, çocuk, eş,çevre arasında sıkışır kalır.
Katlanamazsa depresyona gider ve intihar eder.

Modern anlamda kadının depresyonu en çok bu şekilde olur.
Sorun temeldedir. Küçük yaşta evlilik hayali ile dolu olmak saçmadır. Çocukluğumuzu yaşayamadan evlilik düşüncesi oluyor. Her kadın prenses olmak zorunda değil. Her kadın evlenmek zorunda da değil. Yaşadığı hayatı başkasına adayarak geçirmek zorunda da değil. Kadının kendisine yabancı olduğu zamanda yaşıyoruz ve buna tek engel bu tip düşünceler. Çocuk çocukluğunu ve gençliğini yaşamadan neredeyse 13 yaşında evlendiriliyor. Bir sene sonra da hamile kalıyor. Kadın, insan doğurma makinesi değildir!  Bilinçli olması şarttır. Kadının kadını sıkıştırıyor. Çocuk annesinden ne görürse onu alıyor. Annesi de annesinden… kızı evde otursun diye annesi baskı altına alıyor. Sağlıklı bireyler bu şekilde yetişmez. Kadın kendisini bilerek, ne istediğini bilerek yaşamalı. Belirli kalıplar içinde değil. Kızlara evlilik hayalleri yerine, başarılı bir müzisyen, akademisyen, doktor, ressam hayalleri aşılanmalı. Bu şekilde kadın kendisini tanıyabilir ve sorgulayabilir.


İnsan ve eylemleri


İnsan kendi istediği bir eylemi başkasının ona yapmasını ister fakat kişinin kendisi, istediği eylemi, karşısındaki kişiye istediği o eylemde bulunmaz.

            Yani; sevdiğiniz ve değer verdiğiniz kişi sizden yapmanızı istemediği bir eylemde bulunmanızı istiyor. Sizde ona değer verdiğiniz için eylemlerinizi, doğal olarak insanlarla ilişkinizi kısıtlıyorsunuz. Belki de bu yüzden kendinize olan güveniniz bile azalıyor. Değer verebileceğiniz insan sayısı da çevrenizde azalıyor. Tek bir eylemin isteğinin doğuşu ve sizinde ona katlanışınız sizin tüm hayatınızı etkiler duruma gelebilir. Bu durumu siz fark etmezsiniz. Ta ki durumların ne olduğunu görene kadar…

Tekrar baştaki cümlemizin devamına dönersek, “kişinin kendisi, istediği eylemi, karşısındaki kişiye istediği o eylemde bulunmaz.” Dedim. Yani; sizden istediği o eylemi sizin yaptığınızı görür. Fakat kendisi o eylemi yapmaz. Siz kendinizi onun için feda etmiş olabilirsiniz, karşınızdaki kişi bu şekilde algılamaz. Kısıtlanmamanın tadına vararak, hayatın suyunu içmeye, insanlar iletişimini kesmeden devam eder.

Siz durumun farkına varınca, tıpkı Platon’un mağaradaki insan alegorisi gibi, karanlığa alışmış olan gözleriniz birden aydınlığa çıkınca kamaşır, başınız döner, ne olduğunu anlamaya çalışırsınız. Kendinize geldiğinizde ne olduğunu anlar ve karşınızdaki kişiye de yaptığı durumun saçmalığını anlatmaya çalışırsınız.

Anlayıp anlaması sizin elinizde değildir. Kişinin kendisinin elindedir. İnsandır, bencil olabilir. Karşısındaki kişi umurunda olmayabilir. Belki de çok sevdiği için size böyle davranmıştır. Belki de sizi çok kıskandığı için… kişinin davranışlarını beyninin içini açmadan yada sözleri ve beden diliyle tamamlanan cümleleri görmeden anlamak anlamsızlık olurdu.

En önemli sorun, NEDEN? Dir. İki kişinin eylemleri en üstte duran bu sorunun çatallaşmasıyla oluşur.  

Dostum'a Mektup

[DSC_0488-2.jpg]

Elbet bir gün bir yerde gene Newton sayesinde bir elma düşünce yerçekimi olduğunu anlaşılır gibi durum olursa elbet o zaman anla ki umut tükenmez bir şeydir. İnancı tetikleyen şeydir.

İnancın olmadan yaşayabilir misin? Düşünsene bir ağacın sürekli yaprakları olmadan yaşadığını… Eminim kendisini çıplak hissedecektir. İnsan ruhu da böyle… Ruh kendini doyurmak için inanca bağlı düşünceler, nesneler, hayaller üretir. Bunların ardına umutları yerleştirir. Umudun yerleştiği şeyler gerçek anlamda karşına çıktığında, ruh doyma noktasının sınırına ulaşır. O anda bile sürekli umudun salgılanmasını sağlar. Buna da mutluluk deriz.

Sen mutlu olmayı seviyorsun ve bunu gerçekten başarabiliyorsun. Bunu bir insanın yapması çok az olası bir şey. Çünkü insanlar ruhlarını doyurmuyorlar, daha çok bedensel karını doyurmak için çabalıyorlar.

Sen bu dünyada var olmayı kendi tercihinle seçmedin belki ama yaşamayı ve neyle yaşamayı kendi tercihinle seçebilirsin. Güçlü bir kızsın… Senin de ihtiyaçların var, ruhsal ve bedensel olarak arzuladığın bir insan gibi… Ama bu konuda kaderin eline bıraktın kendini ve kaderin elindeyken bir ağaç gibi solma… Daha çok yapraklarını yeşert ki umut seni güçlü kılan en önemli özelliğin olsun. Diğer insanlar gibi solmasın o güzel ruhun…

Sen her şeyin en güzelini ve en özelini hak ediyorsun.

Senin gibi bir insan, doğadaki canlı olarak da ağaç görmedim… Gül demiyorum çünkü gülleri sevmem.
Ama seni çok seviyorum.
Sakın umudunu kaybetme…



Su ve İnsanın ilişkisi



Zaman zaman insan suya benzer. 
Eğer bir bardağa konmuşsa hiçbir şey olmadan günler, yıllar hatta aylar geçse de o suya bir şey olmaz. 
Bazen de su alışveriş merkezlerinin içindeki havuzlardır. 
Aslında temizdir, ama insanlar ellerini sürdükçe kirlenir. 
Su nehir halinde olsa, yavaş yavaş kendi halinde gider. 
Temizliği veya kirliliği de geçtiği yerlere bağlıdır. 
Su şelale olsa, deli gibi akar. 
Etrafındakileri de içine alır ve onları kendi doluluğunda taşırır. 
İnsan da suyun bulunduğu haller gibidir. 
Evli olan kadın evden dışarı çıkamaz, ev içinde televizyon karşısında şekillenirse bardağa konan su halini alır. 
Yıllar geçtikçe o kadını değiştiremeyiz. 
Çocukların içi saflıkla doludur ama arkadaşları ailesi tarafından saflığına dokunuldukça çocuğun içi kararır. 
Tıpkı alışveriş merkezindeki suyun kirlenmesi gibi. 
İnsan kendi halinde olsa da yine de gittiği yerde bir şeylerle karşılaşır. 
Yolda yürürken göçük altında kalması gibi… 

ösym yerleştirme sonuçları açıklandı...


2012 üniversitelere giriş sınavı açıklandı. Bu sonucu merakla bekliyordum. Çünkü kardeşim de üniversiteyi kazanmış olabilir. Malesef yoğunluktan dolayı bakamıyoruz. Sizde https://sonuc.osym.gov.tr/ buradan sonuca bakabilirsiniz. Tercih kayıt işlemleri ise 3-7 eylül arasında olacaktır. 

Rüya Gören Kedi





Bostancı'da yürüyordum... Baktım kedi uyurken bir şeyler mırıldanıyor dayanamadım fotoğrafını çektim... :)

Total Recall

Gerçeğe Çağrı : poster

Tek Kelime: MUHTEŞEMDİ!

Yönetmeni Len Wiseman olan bu filme verebileceğim puan 10 üzerinden 9…
Neden mi?
Çünkü başrolde Colin Farrell, Kate Beckinsale 
Jessica Biel, Bryan Cranston, John Cho ve Bill Nighy var.
Bol Aksiyon, Bilim kurgu ile şekillenmiş.
Konusu da ilginç.
Hayatından sıkılan adam… kendisini sonunda Rekall’da bulur.
Zihni ile oyuna başlar.
Gerçek ile gerçek olmayanın ayrımı içersinde kendisini sıradan hayatının dışında bir ajan olarak görür.
Eşi aslında eşi değil, arkadaşı aslında arkadaşı değil…
Kendisinin kim olduğunu ve nasıl ajan haline geldiğini aramaya çalışır.
Sonunda…
Tabiî ki sonunu söylemeyeceğim… : )
İzlemenizi tavsiye ederim…
Güzel filmdi…
.



Benim Beynim Armut Toplamıyor ki…


Bugün gördüklerimden sonra tek diyebileceğim, her iki adımda insanların farklılaşması… oturduğunuz yerde sağa baksanız, düşünmeyen insanları, solunuza baksanız aşırı düşünmekten entelliği bir şey sana insanlar. Önceki baktığınız insanlar düşünmedikleri için hazıra konan insanlar, öteki tarafta ise üretken fakat aşırı bencil insanlar. Ortası yok bu insanların. Hep gruplaşma, hep bir ayrılma… Sıfatlarla yaşanılan insanların dramı gibi…

Anlamlandıramadığım insanlar, anlamaya çalıştığım insanlar ve bir yandan da hiç anlayamayacağım insanlar…  Diyebileceğimi zaten benim yerime Dr. House söylüyor resimde...

Neyse ki Londra Olimpiyatları da bitti ve  Kredi kartı aidatı kalkıyormuş. Kredi Kartım olmadığı için ve bir kadın olarak kullanmayı da düşünmediğim için ( bu şaşırtıcı olabilir.) müjdeli haberi kullanan kişiler için yazmak istedim. Bunun yerine bazı bankalar da internetten işlem yaptığınızda aldığınız şifre için 0.50 kuruş düşecekmiş. umarım böyle bir saçmalık yapmazlar...

Yürümek


yürümek... 
nereye kadar yürümek bilemedim. 
arkadaşıma kaybolalım dedim. 
iki gün boyunca yürüyerek kaybolduk... 
ara sokaklar, caddeler... 
nerede olduğumuzu sorduk insanlara... 
güldük, eğlendik... 
iyi geldi yani... 
iki gün boyunca ortalama 20km yürümüşümdür...
ayağım su topladı zaten... 
yürümeye devam... 
bugün yağış olsa dahi saklandık bir yere... 
oturduk, çayı yudumlarken gök gürültüsü bize eşlik etti.
yaz sıcağının bunaltısı aktı gitti sanki... 
sonra asfalt toprak karışımı bir koku. 
sadece toprak kokusu olsaydı mis gibi derdim...
bir ara böylesi havada güneş gözlüğü takarak dolaştık. 
herkesin tepkisini tahmin edersiniz.
yürüdük.
otobüste iki adım ilerleyemeyen insanlara güldük. 
geçtik onları sonra ışıkların orada bekledik. 
ışıkların oradan geçerken de insanlara el salladık. 
saatimizi gösterdik. 
yüzleri solmuş, lanet trafik der gibiydiler. 
yürümek eğlenceli...
özellikle de birlikte güzel zaman geçirdiğiniz bir arkadaşınızla....
iki gün nasıl aktı anlamadım.
zaman böyle işte...
çok yorgunum...
son olarak Nazım Hikmet Diyorum....
burada kesiyorum...
kestim...

YÜRÜMEK


Yürümek; 

yürümeyenleri 
arkanda boş sokaklar gibi bırakarak, 
havaları boydan boya yarıp ikiye 
bir mavzer gözü gibi 
karanlığın gözüne bakarak 
                              yürümek!..

Yürümek; 

dost omuzbaşlarını 
omuzlarının yanında duyup, 
kelleni orta yere 
yüreğini yumruklarının içine koyup 
                               yürümek!..

Yürümek; 

yolunda pusuya yattıklarını, 
arkadan çelme attıklarını 
                            bilerek 
                            yürümek...

Yürümek; 

yürekten 
gülerekten 
          yürümek... 

Nazım Hikmet

Kadın ve tayt


 


Dart tayt giyip de kilolu olan kadın kilosunu daha fazla göstermeyi neden çok seviyor? 
Dikkatimi çekti, bugun saysaydım abartısız en az 15 kişinin böyle olduğunu söyleyebilirdim. 
Bir de tunik gibi bir şey giyseler hadi neyse… poposu resmen açık ve ben buradayım diyor. 
Ya kadın evden çıkarken aynaya hiç mi bakmazsın? 
Sen 60 kilodaki kadın değilsin, varsın bir 100 kilo… 
tamam anlıyorum tayt rahat ama görüntü kirliliği yaratmaya da hakkın yok. 
Onu da geçtim, taytın içindeki iç çamaşırının rengini görmeme de gerek yok. 
Ben böyle düşünüyorsam… kim bilir erkekler nasıl düşünür… 
Allah'tan üsteki kadın gibi giyinen görmedim. gülerdim heralde.

Günün haberleri

  • 17 ağustos Kadıköy-Kartal metrosu halkın hizmetine girecekmiş. Bu çok iyi oldu. Çünkü e5 te onca yolu hele de iş çıkısı gerçekten insanlar zor durumda kalıyordu. Özellikle trenin 2 sene sonra hizmete gireceğini düşündükçe…
  • Milli tekvandocu Servet finalde yükselmiş, kazanırsa da gümüş madalya alacakmış. Çok hoş.
  • Çin seddine gitme hayallimi yine erteliyorum. Bu sefer de çin Seddi yıkıldığı için… ( gezilecekler listemin en sonunda yer alsa da)
  • Terör her yerde. Sadece doğu da ya da İzmir de değil ki. Suriyede ABD de… dünyanın her yerinde. İnsan olduğu sürece de her yerde kendisini belli edecek devrim dedikleri şey. Doğu dan batıya kadar gelmiş olan bir şey değil bu yüzden.
  • Şelaleden akan suyu içmek istiyorum artık. Damacanadaki değil. Kardelen ve buzdağı markaları temiz çıkmış. Bilginize…
  • Üniversiteye giriş sistemi de değişecekmiş. Her sene değişiyor da ne oluyor? Kopya çıkıyor. İnsanların hayatı kararıyor. Oyalanıyorlar. Ayrıca diploma notu yerine diploma sıra numarasının bile girilmesi öğrencinin hayallerini de etkiliyor. Her şeyini etkiliyor. İnsan hatası diyip geçmek saçma.
  • İstanbuldaki çoğu yangın da sigarayı söndürmediğimiz için olmuş. Eh yani neden söndürelim ki? Bırak yansın. Nasıl olsa benim canım yanmayacak, sincabın, ağacın, başka insanların canı yanacak dimi ey yüce bilgili insan?
  • Kabul edelim. Stresli olan her insan yer. Araştırmaya da gerek yoktu.
  • Kampus içinde siyasi faliyette bulunmak serbest olmuş. Hiç sanmam… parasız eğitim diye bağırırken tutuklanan öğrencileri düşünmeden, harçları kaldırmayı düşünülüyor. Tezatlık var ama göremiyorum nedense?



Ne-DEN


Buraya güzel şeyler, iyi şeyler. Pembe şeyler yazmak istiyorum ama olmuyor. İnsanlar buna izin vermiyor. Hayatı insanlar yaratıyor. Yaratsalar dahi başkasını da etkiliyorlar. İnsan insanı kontrol altına almayı istiyor. En yakınlarımıza bunları sık sık yapıyoruz. Görüyoruz… bizi kontrol altına almak isteyenler de oluyor. İzin vermemeye çalışırken de karşınızdaki insanı kırıyorsunuz. Burada suçlu sizin kontrol altına girmeme isteğiniz mi yoksa onun sizi kendi kontrolü altına sokmak isteyişi mi? Siz iradeniz özgürlüğünüz ile onun kontrolünü reddederken, karşınızdaki insanda kendi iradesi ve özgürlüğü ile sizi ele geçirmeye çalışır. Bu tutku neden? Rededilişin tutkusu da nefrete dönüşür. KADINlar bunu hem kendilerine hem de ERKEKl ere çok yapar. Tutku her şeyin çözümü mü? Neden ben böyle yapıyorum diye sormaz tutkuyu isteyen kişi, hırsına kapılarak iradesi, cazibesi, mantığı ile ele geçirmeye çalışır. Biz kadınlar gerçekten anlamsızız. Erkeklerin bizi anlayamamalarına şaşmamalı.

Ayrıca;

İnsan

Sen var oldukça ben yazmaya devam edeceğim.

Gündüz-Gece


*bugün öğlen 12 ile 5 arası dışarıdaydım. Olmaz olaydım… O kadar sıcak var ki, nefes alamıyorsun. Ee tabi metrobüste bundan etkilendi, klima çalışmasına rağmen “şoför bey, klimayı açar mısın bayılacağız burada” diyen bir kadın oldu. Şoför de ne yaptıysa fayda etmedi, oruçluydu sanırım. Adam bile bu sıcakta zor kullanıyordu otobüsü… Ekmek parası ve alın teri buna derim. Neyse eve geldim, bende yine baş ağrısı, ateş, mide bulantısı… çarptı bana da güneş. Soğuk suya girsem ne fayda, hala baş ağrısı çekiyorum.

*Hotmail neden kapatılacak ki?

*Londra olimpiyatları hala devam ediyor… yüzme olimpiyatlarını izlemek zevkli. Güreşte de madalya aldık.

*Natalie Portman evlenmiş, lady gaga da albüm hazırlığında.

*egzoz havası, kalbin ritmiyle oynuyormuş. Yeni mi anladınız?

*Bugün Marilyn Monroe ölümünün 50.yılı…

Daha çok şey var da, saat 02.45 olunca gözlerim uyu diyor.

Deep için:)

uzun zamandır tanıdığım fakat bloglara zaman ayıramadığım için uzak kaldığım bir arkadaşım Deeptone (http://sadevederin.blogspot.com)blogunda beni mimlemiş. çok ilginç sorular sormuş. hepsi de hoşuma gitti. buradan cevaplarımı paylaşıyorum. harikasın deep!
not: bunu senin mimine yorum yazığımda yazmıştım ama yazım yayınlanmamış:) Deep umarım görürsün:)

Çaresi bulunmayan bir hastalığa yakalandınız ve bunun sonucunda yaklaşık 1 yıllık ömrünüzün kaldığını öğrendiniz. Kalan 1 yılınızda ne yapardınız ?
Bir yıl ömrüm kalacak ama param olmayacaksa bir şeyler yapmak isteyip de bu yüzden yapamayacağım. Ama şelalenin yanında bungee jumping yapmadan ölmek istemezdim:) 

Fobileriniz , takıntılarınız var mı ? Varsa neler ?
Deep senin yazdığın gibi böceklere fobim var. Hatta küçükken dev gibi peygamber devesi yüzünden ayağımı kırmıştım! Takıntımı saymakla bitmez! İstediğim şey olana kadar takıntı hale getiririm.
Bir sabah kalktınız ve dünyada hiç bir insan olmadığını öğrendiniz, ne yapardınız ?  
Bir felsefeci olarak tabiî ki oturur düşünürdüm ne oldu neden niçin ne sebeple diyerek sonunda insanları yine sorgulardım
Dünyayı dolaşmak isteseniz hangi ülkeden başlardınız ? Neden ?
New york, çünkü belgesellerden artık orasını avcumun içi gibi biliyorum. 
İtiraf edin prens/prenses e dönüşür diye kaç kurbağa öptünüz ?
Puhaaa bu nasıl bir soru böyle. Prens prenses ayrımı yapmazdım, kurbağa işi de polyannaya girer:) 
En son yaşadığınız küçük düşürücü , unutamadığınız olay ?
Bazen erkeklerin deyimi ile “sarışınlığım” tutuyor ve gerçekten insanları sinir edebiliyorum. 
Asla yanınızdan ayırmadığınız 3 şey ?
telefon, cüzdan, anahtarlık
Hayatınızın bir kitap/ film olmasını isteseydiniz hangi kitap/film olmasını isterdiniz ?
Albert Camus, veba, Dr. Rieux
En yakın arkadaşınızın bir uzaylı olduğunu ve sizi ilk denek olarak kendi gezegenine götüreceğini öğrendiniz, ne yapardınız ? 
Bencilliğim tutar benden başka insan yok mu derdim. Çünkü ona güvenmezdim.
İsviçreli bilim adamları görünmezlik hapını buldu ve siz bu hapı kullanan ilk kişisiniz. Hapı kullandıktan sonra yapıcağınız ilk şey nedir? 
Deep cevabın çok güzelmiş. Bende aynısını yapardım. Ama dikkat edelim, tam yok edeceğimiz sırada yakalanmayalım:) 

güzel ve kaçık sorulardı, teşekkürler:D

Dikkat derim...

Facebook da dolaşıken şu fotoğrafa rastladım;

Uzun uzun fotoğrafa baktım, en az 30 saniye diyeyim. Şaşırdım ve kadınların Kozmetik sektörü sayesinde nasıl değişebildiğini gördüm. Bunu yapan kadına da cesaret diyorum, ilk Fotoğraf ile son fotoğraf arasında deli gibi fark var. Hehe erkeklere hak vermeden geçemiyorum. Evlenmeden önce kadınların makyajsız hallerini görmeliler…

Cesaret


Koca bir ağacın içinde tek bir yaprak olsan bile
O yaprağın içinde bir sürü damar parçaları...
Damarlarda ne kadar acı, karamsarlık, sevgisizlik, yanlızlık, içinde olsa dahi
O koca ağaca bağlı olarak yaşamını sürdürmelisin. Ağaca bağlı kalmak ona sımsıkı sarılmak...
Bir rüzgârın bir heyelanın bir dokunuşun bile seni o ağaçtan alıp götürmesine izin verme.
Tut ki verdin...
O zaman cesaretini ön plana çıkararak yeni topraklar bulmaya çalışırsın gökyüzünde...
Gökyüzüne bile bazen dayanamayacak duruma gelirsin.
Kökleri toprağa dayalı bir bitkinin çürümesine yüz tutması gibi kendini buna itme.
Çevre şartları içindeki sıkıntılar ne olursa olsun gündüzleri güneşe bakarak geceleri ay ışığında yıldızların parlaklıklarını izlemek ve onları kendimize yakın hissetmek bile bizi ödüllendirir.
Karanlığındaki mum ışığını söndürmemeni isterim.
Benim için her ne kadar sokaktaki insandan farksız olsan da, arkadaşımsın.

Sevdiğim Sözler -1-

ü      Bilim atom bombasını üretti, fakat asıl kötülük insanların beyinlerinde ve kalplerindedir." Albert Einstein
ü      "Yanımda kimse olmadığından değil yalnızlığım, yalnız olduğumu söyleyebileceğim kimse olmadığımdan yalnızım ben." Ahmet Altan
ü      "Yaşam,çok zalim bir öğretmendir.Önce sınav yapar,sonra dersi verir." Andre Gide
ü      "Karanlığa küfretmektense, bir küçük ışık yakın, daha iyi edersiniz."Andre Gide
ü      "Kendi kendinin mutluluğuna engel olmak yolunda insan fevkalade beceriklidir." Andre Gide
ü      "Bir gün seni unutmak zorunda kalırsam , Aşkımın küçüklüğüne değil,çaresizliğimin büyüklüğüne inan." Atilla İlhan
ü      "‎İnsanı en çok üzen şey; Ummadıkları kişiler adam olurken, adam sandıklarının insan bile olamamş olmasıdır." Adam Fawer
ü      "Nokta her zaman bir son demek değildir, bazen kendinden sonraki harfin büyük olacağını gösterir." Adam Fawer

Sıradan şeyler -1-

Bu sıcaklarda napalım dedik, sinemaya gittik. Batman. Güzeldi, Robin ve kedi kadının da başlangıcını gördük. Sinema ve alışveriş merkezinin iyi yanı ise kliması olması. Dışarıya çıktığımda kendimi sahunaya girmiş gibi hissettim. Arkadaşlarla sohbet kahve derken gün bitti sayılır..

bu arada eğer sote vs yapmayı düşünürseniz, yemeğin içine bir tane şeker ve küçük küçük limon kabukları ve çok az limon sıkın. tadı gerçekten lezzetli oluyor:)

Nedenler tapınağı


             Üzgünüm Camus amca ama ben bu dünyadan faydalanacağım bir şey göremiyorum. Faydalanmak isteğim zamanda mekanda hep insanların tabuları, dedikodularıçıkıyor karşıma. Camus amca böyle bir hayatta yaşamatutunmak için elimden geleni yapıyorum. Deniyorum her şeyi… insanlar hayatımı daha da zorlaştırıyor. Anlamıyorlar beni ama ben onları çok iyi anlıyorum. Onlara baktığımda ne sorunları olduklarını görüyorum. Ama bana baktıklarında cevap veremiyorlar. İnsanların beni anlamadığı bir dünyada neden yaşayayım? Ben aklımı yitirmedim… aklımı çalıştırdığım için bu hale dönüştüm. Keşke seninle hiç tanışmasaydım camus amca, çünkü tüm suçu sana atmak üzereyim. Ama senin hiçbir suçun yok ki.. yani bu dünyayı bu hale getiren insanlar sen değilsin. Seni anlamaya çalışıyorum. Ama yazdığın onca umut dolu dizelere de arada gülüyorum. Bu yüzden affet beni. Belki bir gün seni anladığımda ya kurtuluşum olacaksın, yada ölüm sebebim…

İSYAN!


Ben kadınım,
Evet, cinsiyetim sizin törelerinize, düşüncelerinize ters düşebilir. Üzgünüm ama ben kadınım ve kadın olduğum için beni suçlamanız çok saçma. Ben ne yaptım ki? Tanrı beni bu cinsiyette yarattıysa onun kitabına göre davranıyorsanız ilk önce beni sevmekten başlamanız gerekir. Ama sevmek derken tecavüz edecek kadar hastalıklı bir şekilde sevmekten bahsetmiyorum. Bedenimi doğurgan bir obje olarak sevmenizden de… Neyim ben? İnsan değil mi? Siz nasıl insansanız öyleyim işte. Ben sizin yarattığınız tabularla da yaşamak zorunda değilim. Bugün yarım, yarın yokum. Belki araba kazasında belki göçük altında kalarak öleceğim. Yani sonu ölüm olan hayatımı da sizin ellerinize bırakarak mı öleceğim? Hayır sanmıyorum. Aklımı işleyerek sizden uzaklaşıyorum. Tek elimdeki en değerli varlığım, aklım ve düşünme gücüm. Hayallerim var, yıkmanıza izin veremem. Hayata bir defa geliniyorsa bırakın onu da istediğim gibi yaşayayım. Aptallaşırsam, ağlarsam, düşersem, korkarsam bırakın kendi başıma yaşayım. Evlenirsem boşanırsam, yine evlenirsem boşanırsam arada dul derseniz de bana… Umurumda değil!! İstediğm zaman dul istediğim zaman dost olurum. Kimse kimsenin bacak arası ilgilendirmez! Kadınlığımın üzerinden tabularınızı kaldırın! Sevmişsem sana ne? Üzülmüşsem, terk edilmişsem sana ne? Kadın dediğin evde oturmalı sığ düşüncesi içinde kazanın içinde kaynayan bir sürü kadın görüyorum. Hepsi de birer birer tabularla serpiştirilen tadı tuzu olması gereken yemek gibiler. Kimi kadınlar itiyor onları kazana kimi de erkekler… Toplamda insanlar! İnsanın insana yaptığı kadar rezil bir şey yok. İnsan cinsiyet sorununu yaratıyor, insan insanı dışlıyor, savaşı da yaratan insan… Bu dünyayı bok çuvalı haline getiren de insan. İsyanım dolup taşıyor. Hayal dünyasında yaşamıyoruz insanların yarattığı dünyada yaşıyoruz. Burası tiyatro sanki, insanlar çok yapmacık, kendilerinde değiller gibi… Doğru düzgün düşünen insan çok az. Ben sizin yarattığınız dünyada yaşamak istemiyorum. 
“Başkaldırıyorum, öyleyse varım!”

İnsan



Usludur,
Akıllıdır,
Terbiyelidir,
İnşası vardır, tutkuludur, sevdalıdır…
Özgürdür, belki değildir.
Düşünür, belki düşünmez..
Yaşar,
Nedenini bilemez…
Savunur…
Nedenini bilmez...
Sahiplenir,
Sıkılınca bırakır…
görür,
görmezden gelir…
serttir,
yavrusunu görünce yumuşar…
matematiktir…
edebiyattır…
hayattır…
zıtlıkla doludur…
aynılıkları içerir…
farklılıklarla olgunlaşır…
insan…
her zaman insan…
her durumda insan…
homo sapiens 'tir insan...
aslında  yoktur insan...
kişi vardır...
kişiler...
ben, sen, o gibi...
insan  sadece kavram olarak vardır...
ide, fikir gibi...
her durumda olan insan değil,,,,
kişidir...
kişi.... 
Usludur,
Akıllıdır,
Terbiyelidir,
İnşası vardır, tutkuludur, sevdalıdır…
Özgürdür, belki değildir.
Düşünür, belki düşünmez..
Yaşar,
Nedenini bilemez…
Savunur…
Nedenini bilmez...
Sahiplenir,
Sıkılınca bırakır…
görür,
görmezden gelir…
serttir,
yavrusunu görünce yumuşar…
matematiktir…
edebiyattır…
hayattır…
zıtlıkla doludur…
aynılıkları içerir…
farklılıklarla olgunlaşır... 

Kant'a göre güzellik


 

Güzeli güzel olarak tanımlamak için öncelikle güzeli zaman ve mekan içinde bulunması gerekir. Bu da duyumsallığı mümkün kılar. Deneyimlediğimiz şey andır, o halde güzeli deneyimlemek de anın içindedir. Nasıl nefret üzerinde fenomenlerimiz varsa güzel içinde böyledir. Nefreti zaman içinde nedenli bir şekilde hissediyorsak, güzeli de zaman içinde nedenselli olarak güzel diyebiliriz.
            Güzelin fenomenal oluşu doğaya tabi oluşudur. Akla tabi oluşu ise benim zihnimde oluşudur. Kant’a göre Numenal alan fenomenal alanın zıttı olmasına rağmen güzelin fenomenal görüntüsü ve verdiği haz numenal alana işler. Böylece güzele olan hoşlanma yada hoşlanmama durumumuz devreye girdiğinde bilgi ile arzulama yetimiz devreye giren yeti sayesinde bağı kurulur. Bu yetileri bağlayıcı halka Kant’a göre bilme yetileriydi ve bunu da yargı gücü numenal ve fenomenal alanı bağlar.
            Kant’a göre bilim insanı doğada bir amaç varmış gibi yasa bulmaya çalışır. Güzel olan estetik düşünsel yargıları içerir. Burada güzel olanın amacı bilme yetileri ile uyumu olduğu ortaya çıkar. Nasıl bir meyve yediğimizde onun tadı kokusu vs hakkında düşüncelerimiz varsa güzel dediğimiz fenomenal alana tabii olan nesne içinde düşüncelerimiz vardır. Buradan da hayal gücü devreye girer ve güzellik kavramı ortaya çıkar.
            Karacaoğlan ‘ın “ben güzele güzel demem güzel benim olmadıkça” sözü bir içsel sahiplenmeyi göserir.Bir “ben”lik söz konusudur. Egoizmi içerir. Ayrıca Karacaoğlan “güzel ne güzel olmuşsun görülmeyi görülmeyi ” diyerek fenomenal olana işaret eder. Egoizmin olduğu yerde de “ kedi uzanamadığı cigere murdar der” durumu ortaya çıkar. Egoizm sahibi olarak kedinin yaptığı davranış gibi düşünürsem, o şeylerin sahiplerine bir şekilde negatif enerji göndermeyi sağlarım. Benim sahip olamadığım şeylere sahip olanlara duyduğum nefret bu kişileri yıpratacak ve benim onların karşısındaki ezikliğimi belli bir oranda da olsa hafifletecektir. Eğer o şey benim olsaydı bu eksikliği belirtmezdim. Burada da çıkar söz konusudur.
            Egozimin fenomenal alanda tabi oluşuna diğer bir söz Aşık Veysel’e aittir:
 “ güzelliğin on par etmez bu bendeki aşk olmasa.” Burada söz konusu olan bence bir beyin algısıdır. Yani kime, neye göre güzel algısıdır. Karşımdaki nesne ya da kişi güzel olduğu için değil, bende ki aşkın onu güzele çevirmesi ile ilgilidir. Burada da bir çıkar söz konusudur. Çünkü nesne ya da kişinin güzel oluşu benim algıma bağlıdır.
            Bu yüzden Kant’a göre egoizmi irdeleyen ve içinde çıkar söz konusu olarak isteme, akla seslense bile güzel olan şey onun için güzel değildir. Kant için güzel olan; zaman ve mekan içinde anı deneyimleyerek, eğilimsel beklenti olmadan, evrensel olarak haz veren, amaç tasarımı olmadan, zorunlu olarak biçimiyle haz verendir.

Zehirli Sarmaşıktır bazı insanlar...






Nefes alamıyorum sanki. Tüm düşüncelerim, hayallerim, istencim, inancım kırıldı. İçimden bir parça koparak gidecekmiş gibi... Her gün bunu hisseder oldum. Hayat bu kadar acımasız değil, insanlar onu acımasız hale getiriyor. İyi kişilerin olduğuna dair inancım da kalmadı. Eğer hep kötü düşünen insana denk geliyorsam, iyilerin olmadığı bir dünyada yaşıyorum demektir. Neden doğdum ki? Acı çekmek için mi yoksa iyi bir hayatı yaşamak için mi? İyi hayatı yaşamak istesem de hep bir şeye takılıyorum. Bunu da yaratan insanlar değil mi? Yani biziz... Etten kemikten varlık... Başka farkımız aklımız…
Gerçekleri gördükçe acı çeker oldum. Doğrusunu öğrendiğimde sanki başımdan aşağıya kaynar su dökülür gibi bir titreme oluyor. Alıştım buna… Su sıcakmış, ılıkmış, soğukmuş anlamıyorum artık. Acı verdiği için olsa gerek…
Bu arada gözlerim bir insanın karakteri nasıl evrim geçirdiğini de gördü. Aklım işledi ve hafızamda bunu her zaman o kişiyi gördükçe hatırlayacak…
Her gün yeni bir şey öğreniyorum, kitaplardan uzak kalınca insanlardan öğreniyorum. Kitaplar acı çektirmeyeceğine göre, insanlar sayesinde bu bilgiler daha kalıcı oluyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Sadece diyebileceğim, elveda dostum... Senden uzaklaşıyorum. Kendi kendine yarattığın zehirli sarmaşıkların kendi bedenini, zihnini sarmış durumda. Bu zehiri bana da bulaştıracağını biliyorum. Bu yüzden elveda dostum…

Hayalperest&gerçekçi insan

         Dışarısı boğucu bir sıcak, yanımdaki arkadaş buz gibi. Anlatıyor dünyasını, bense dinliyorum solmuş yapraklarını. Kendisine göre içi bir güneş, dışı yemyeşil. Bana göre öyle değil. Ne oldu bana demiyor, yaşıyor anlık hayatını, anlatıyor herkese. Kendisine sormuyor neden diye... 

        Geceleri uyuyamıyormuş, nedenini biliyorum. Ağlamaktan, pişmanlıklarından, en değerli saydığı insanı kaybettiği içindir. Sayesinde insanın hırslarının sevginin de saygının da önüne geçebileceğini öğrendim. Kendi yarattığı sonucunu söylediğimde üzüldü. Gözleri doldu ve “doğru söylüyorsun” dedi.
Anladığım diğer şey hayalperest değildim, onun kadar. Gerçekler insanın canını gerçekten acıtıyor ama bu gerçekleri yaratan da insansa neden canımız acıyor? Farkında olmadan yaşamak hayatı, hayatı yaşamak mı? Sürekli hayalperest dolaşılmaz, sürekli gerçekçi de olunmaz. Ortası nerede anlaşılamaz. Kendi yarattığımız dünyada boğuluyoruz. Kişinin kendi seçimleri kendisini öldürebilir de yüceltebilir de. Anlık yaşadığı hayatı ve günlük yaşanan hataları gece ağlamalar silebilir mi? Saçmalık gibi. Gündüz yeşeriyor insan, diğer insanlarda can alıyor sanki, gece yaprakları soluyor, düşüyor, yeniden toplamak için de ertesi gün yeniden can alıyor. Hiçbir canlı buna dayanamaz. Ağaç bile, kuş bile, böcek bile, aşk, sevgi, insan dayanamaz.
Her olay her yaşanan bir güneş değil, sandığın her şey güneş değil. Gerçeklere gözünü açtığında güneşin sandığın şey ne kadar karanlık olduğunu görecektir, arkadaşım…

Kişilerin Tuhaflıkları

            Bugün bir kafede oturmuş kahvemi içerken insanları izlemeye başladım. Çok değişik giyinen, konuşan, şakalaşan, gülen, düşünen insanlar önümden geçiyordu. Kimi kız sanki aynaya bakmadan dışarı çıkmış gibi, kimi tam tersi ayna karşısında saatlerini geçirmiş gibi.. Kimi erkek yere bakıyor kimi erkek kız kesiyor.. Birden yanıma üç kız oturdu. Daha çocuktular ve yanlarına 10 15 dakika sonra beş erkek geldi. Kızlar belliydi temiz ve saf oldukları, erkeklerden biri çıkarıp sigarasını yaktı.Kızlar bir yana bende rahatsız olmuştum o sigaradan. Anladığım üzere yeni tanışma durumlarıydı. Kızlar başta gülüyordu sonra  işler değişti. Bir süre oturup kalktılar. Anladım ki saf olsalar dahi akıllı kızlarmış. Yoldan geçen süslü püslü kızlar gibi değiller yani... Çok değişik insanlar, gerçekten tuhaflar. 
              Şimdiye kadar anladığım şey kadının kadına yaptığı kadar ağır bir işkence yok. Biz hep erkeklere suç atıyoruz, hep onlar üzerinden oynuyoruz. Küçük kızlar gibi akıllı davranamıyoruz. Aşık olup köle durumuna kendimiz geliyoruz. Aşk kötüdür demiyorum, sadece aklımızı yitirmemize yetecek sebep diyorum.Yanımda oturan kızlar aşık olsaydı erkeklere belki akıllarını kullanamayacaklardı. Sigara içmeseler bile erkek arkadaşının ortamında takılarak sigara içmeye dahi başlayabilirdi. Her kız bunu yapıyor da demiyorum. Ama erkekler bu durumu daha iyi anlar. Bir kız aşık olursa yapamayacağı bir şey yoktur. Bu konu hakkında devam edeceğim...

Bugün günlerden cumartesi

Bu sabah garip bir şekilde uyandım. Nefes alamıyordum sanki. Kalbim deli gibi atıyor, kulaklarım çınlıyor, beynim patlayacakmış gibi hissediyordum. Yavaşça kalktım banyoya gittim. Elimi yüzümü yıkadım. Kendime gelmeye çalıştım. Sonra ne olduğunu anlamaya çalıştım. Balkona yürüdüm ve havaya baktım. Sebebi NEM!
O kadar boğuk bir hava vardı ki nefes alamıyorsun. Kendime gelmeye çalıştım. Kahvaltı, hazırlanmak süslenmek derken saat 12yi geçiyordu. Arkadaşımla buluştum, çok özlemişim kendisini. Bir arkadaşla altı ayda bir görüşmek iyi bir şey değil. Bir keresinde arkadaşımla öyle bir kaptırmışız ki tam beş saat hiç susmadan aynı mekanda sohbete dalmışız. Sanırım kız olmak bu işte… Neyse bu sefer başka bir arkadaşımla görüşmek için yola çıktım. Herkes şapkama bakıyordu. Büyük sanki 90lardan kalma şapkaydı. Ama işlevi çok iyi, çünkü omuzlarımı güneşten koruyordu. Arkadaşım beni görünce haliyle dalga geçti. Umursamadım, güldüm geçtim. Sahile indik dolaşırken şu manzara ile karşılaştık:



Evet orada “denize girmek yasaktır” yazıyor ve insanlar denize gidiyordu. Gerçekten yüzme bilmeyen insan o denizde boğulabilirdi. Çünkü denizin dibindeki kum insanı çekiyordu, bir de buna dalgalar eklenirse sonuç kaçınılmaz… çok ilginç değil aslında bu görüntü. Çünkü yaz aylarında televizyonda haberlerde görmeye alıştığımız bir manzara. Denize giren kişilere bunu anlatamayız tabi…
Çimenlerde oturmak zevkliymiş. Ayaklarımı çıkarıp çimenlere de basmayı unutmadım tabi, vücudumdaki elektriği biraz alsın istedim. Fazla mı aldı toprak anlamadım çimenlere oturunca kalmak istemedim. Zorla da olsa kalkmalıydım çünkü bir başka arkadaşla daha görüşecektim.
Son olarak günümü kahve içerek sonlandırdım. Eve gelirken günün sonunda hava özür dilermiş gibi rüzgar esti. O kadar iyi geldi ki bu sıcaklarda, evdeki vantilatörleri, avmlerdeki klimaların verdiği rahatlığı anlayabiliyor insan. Kendi vücut sıcaklığımdan daha da yüksek sıcaklar gelecekmiş. Sonumuz hayırlısı…
Kışın soğuğun derdi, yazın sıcağın derdi hiç çekilmiyor…
O kadar çok şey var ki yapmam gereken, hepsi de gözümün önünde... Okunacak kitaplar, tez için çalışmalar, ales üds soru kitapçıkları, çeviri metni... Hangi birini yetiştireceğim bilemiyorum. Kendimi geliştireceğim diye kendime çok yükleniyorum. Günde bir kitap bitirmek demek günde 12 saatimi rahat ayırmam demek. Yapmadığım bir şey değil bu. Çok güzel bir şey ama insanlarla konuşmaktan çok kitapların içinde yaşar oluyor kişi.
Kişi bu durumda ne yapmalı? sorunun cevabı belli: kalk, çık, gez, dolaş, sohbet et...Her zaman denilen şey ama bu sınav bu rekabet varken aç kalamamak için de çalışmak gerek... Keşke kpss, ygs,dgs,ales,üds gibi sınavlar olmasa, herkes adil bir şekilde hak ettiğini kazansa...
Çok mu ütopik oldu? Evet... kapitalizm baş tacı olmuş dünyada. Evren demiyorum çünkü dünya dışında insan varlığına inanmıyorum. neyse saçmalamadan yatayım ben.

Tatilde Çektiğim Fotoğraflar

 Altınova ile Salihleraltı arasında kalan Bahçeliköy'e gitmiştik. Dayanamadım Fotoğraf çektim. Sanki bana poz verdi ve bu kare oluştu.
 Tanıştırayım. Bu bayan Rose. Av köpeği olsa da çok akıllıdır kendisi. Her sabah kahvaltıya oturmadan önce Babamdan yemek dilenmeyi ve duygu sömürüsü yapmayı çok iyi bilir.
Bu fotoğrafta bahçemizde olan elma ağacı. Elmaların tam olduğunu söyleyemem ama tadı güzeldi. 
Dikiliden İstanbula dönüşte balıkesirin içinden geçtik. Karşıda balıkesin garı var.
Altınovada bir sokak :)
Bu Fotoğrafın orjinali bunun kadar güzel degil. Bu fotoğraf eski türk filmlerindeki kareleri anımsatıyor bana. Salihleraltı Töykö sitesinin girişinde çektim
Çanakkale'den de geçtim. vapurdayken iskeleyi çektim ve ortaya bu kare çıktı.